Archive for the ‘Beyin’ Category

Corpus callosum

Zarar görmesi halinde yabancı el sendromu görülmesi muhtemeldir.

Corpus Callosum hacmindeki azalmalar şizofreni ve çıldırı (psikoz) ataklarının başlangıcıyla ilişkilendirilmiştir.

Kuantum fiziği ile çalışan sağ lob ve Newton matematiği ile çalışan sol lob arasında yer alan uzlaştırıcı yapı.

Her iki lobun arasında onların oy birliği ile karar vermesini sağlayan sinir ağı yapısı

Eğer oy çokluğu ile karar verilirse konuşma,görme, işitme gibi bozukluklar ortaya çıkar ve vücudda uyumsuzluk oluşur.

Sadece plasentalı memelilerde bulunur.

Yaş ile Callosal kalınlık arasında pozitif bir ilişki olduğu bulunmuştur.

davranışlar

Düşünce & Tedavi

İnsan-Frekans-Sağlık (uyum)

Bugün geldiğimiz noktada “var” olan herşeyin bir frekansa sahip olduğunu (megahertz) ve etkileşim içinde olduklarını ölçebiliyoruz.
İnsan organizmasındaki tüm hücrelerin de kendi titreşimlerinden oluşan frekansları vardır.
Tüm titreşimlerin toplamı kişinin genel frekansını oluşturur.
İnsanın (organizma) yaydığı elektromanyetik frekanslar bireysel frekans alanını oluşturur.
Hücrelerden başlıyarak oluşan genel frekans uyum içinde ise sağlıklı olmaktan bahsedebiliriz.
İnsan dış dünya ile ilişki kurarken dış frekanslara maruz kalır.
Gözle görülen ve görülmeyen herşeyin titreşimi, frekansı vardır.
Virüs, bakteri, mikrop, parazit, mantar ve benzeri yapıların da frekansları olduğu gibi yediklerimiz ve içtiklerimiz de kendi frekansları vardır.

Düşüncelerin, hislerin, duyguların frekansları vardır. Negatif düşünceler 75 frekans oluştururken sadece sevgi 700 frekansa sahiptir.

Zamana bağlı olarak yaşadığımız hayat karşılıklı olarak frekans alışverişleridir. Yediğimiz, içtiğimiz bir şeyin frekansı bizim frekanslarımızı etkilediği gibi, yaşadığımız her düşünce de titreşimler bütünlüğümüzü etkiler.

Farkındalık (süreç manasında) insanın bilinçli ya da bilinçsiz olarak titreşimlerini dengede, uyumlu tutmasını sağlayabilir. “Sağlığıma dikkat ediyorum” diyen birinin söylediği gibi.

Vücüdun bütünündeki uyumu beş duyu ve düşünceyi yönlendirerek sağlayabiliriz. Güzel bir koku, şeçilmiş bir müzik, doğa görüntüleri, lezzetli bir yemek, sevilen bir şeye dokunmak bunu sağladığı gibi sadece düşünerek te uyum, ahenk, harmoni sağlanabilir.

Olumsuz düşüncelerin insanın genel frekansını 12 MHz (12000000 hz) kadar düşürdüğü, olumlu düşüncelerin frekansı 10 MHz kadar yükselttiği bulgulanmıştır. Meditasyon ve dua gibi çalışmalar frekansı 15 MHz kadar yükseltmektedir. (Megahertz: saniyede bir milyon kez döngü yapar, ki bu elektrik hızından da fazladır)

Sağlıklı bir insan vücudunun 62-72 MHz’lik bir frekans aralığı var. Bu değerler nümerik olarak bakıldığında yaklaşık olarak la ve re aralığıdır. (4’lü aralık) Hastalık ve rahatsızlıklar, uyumsuzluklar 58 MHz’de başlar. (442 hz La)

Gül: 320 MHz
Altın Otu: 181 MHz
Günlük/Buhur: 147 MHz
Lavanta: 118 MHz
Solucan otu: 105 MHz
Sarı papatya: 105 MHz
Melisa: 102 MHz
Ardıç: 098 MHz
Turunçgiller: 091 MHz
Melek otu: 085 MHz
Nane: 078 MHz
Fesleğen: 52 MHz

İnsan Beyni 72-90 MHz
İnsan Bedeni (Gündüz) 62-68 MHz
Soğuk algınlığı belirtileri 58 MHz
Grip belirtileri 57 MHz
Kandida 55 MHz
Epstein-Barr 52 MHz
Kanser 42 MHz
Ölüm başlangıcı 25 MHz
İşlenmiş/Konserve 0 MHz
Kuru otlar 12-22 MHz
Taze otlar 20-27 MHz

Uçucu yağ molekülleri solunduğunda ya da cilde uygulandığında vücut dokularına özgü frekanslarla rezonansa girerler. Böylece elektromanyetik titreşimlerimizi artırarak şifa verirler. Koku molekülleri burun yoluyla limbik sistem adı verilen beyin bölgesine ulaşır. Burası aynı zamanda bellek ve duygu durumumun da işlendiği yer olduğundan kokulara verilen tepkiler duygu yoğun olur.

Vücuda dışarıdan alınan maddeler de vücut ile değişik düzeylerde iletişime girer. Karşılaşılan bir toksinin titreşimi, vücudu rahatsız edici ve zararlı bir frekans özelliğine sahip olması nedeniyle hücreler arası iletişimde bozulmaya yol açar. Bu bozulma biorezonans cihazı ile tespit edilebilir ve düzeltilebilir. Vücuda yararlı bir maddenin yani vücudun rezonansı ile uyumlu bir maddenin frekansı ise tedavi amaçlı kullanılabilir. Bu mantık kullanılarak ‘alerji testleri’ yapılabilir, alerjen tespit edilip tedavi edilebilir. Tüm bu bilgilere rağmen, unutulmaması gereken diğer etmenler ise bağışıklık sisteminin stres ve duygusal dalgalanmalardan etkilenmesidir.

Robert O. Becker tarafından yazılan The Body Electric adlı kitabında insan sağlığı ve hastalıkların tesbitinde elektrik frekanslarının önemine yer verildi. 1920’de Raymond Rife “frekans jeneratörü”nü geliştirdi; değişik frekanslarla kanser hücreleri ve bazı virüsler üzerinde tahribat yaratmayı başardı. Nikola Tesla’ya göre, vücudumuza dışarıdan etki eden bazı elektromanyetik frekansları ortadan kaldırabilirsek, vücudumuzun hastalığa ve bağışıklık sistemimize karşı direnci güçlenecektir. 1992 yılında Bruce Taino icat ettiği “biyolojik frekans monitörü” ile sağlıklı insanın ve gıdaların frekansını ölçmeyi başardı. Washington’daki Eastern State Üniversitesi’nden Dr. Bruce Tainio’nun bu konuda çalışmalrı vardır.

yaşamın olduğu yer (amatör-prof)

Yaşamın olduğu yer birçoğumuzun bildiği gibi beyinde ve hatta beyin zarındadır. Tabi şimdilik bildiğimiz…

‘Birçoğumuzun bildiği gibi’deki birçokları bunu sadece bilir, düşünür, görür. Kalanlar ise bunu yaşar, bununla yaşar. Yaşamın beyinde var olması temel bir öğretim, eğitim değil  gözlem, algı ve farkındalık sonucudur. Peki niçin birileri sadece beş duyusuyla zamanda yol alırken (alıyormu veriyormu bilinmez) diğerleri zaman-mekan ilişkisini beyin zarında bulur.

Burada hayatı büyük bir paranteze alıp insanın varsayan, öngören, farzeden, zanneden bir canlı olduğunu ki bunları bilmeden yapan olduğunu da unutmayalım. Öngörmek ve varsaymak pozitif sonuçlar ve esneklik sağlarken zannetmek insanı muhafazakar, katı ve dar alanda kısa paslaşılan bir mekana oturtur. İstasyonda bekleyen tren gibi…

Dünya üzerinde, yaşayan bütün kültürlerde farklı işletim sistemleri zamanın içine bırakılmış bizlere dikte edilir. Eğitim, öğretim adları altında. Belli bir noktadan bakıldığında aslında tek tip insanlara dönüldüğü ama bunun birkaç başlıktaki tek tipler olduğu görülebilir. En yakın örneklerden biri moda ya da kıyafet olabilir. İş adamlarının kıyafetlerini düşünün. İşadamı tatil günlerinde ne giyer mesela… Statüsü (parası) yüksek olanın belirleyeceği bir tek tiplik. Pek (maalesef) özgürlüğün anlamını kavramadan herşeye isyan eden gençler ne giyer, Rocker’lar ne giyer. Burada yalnızlıkçı aidiyet cevabı da çıkabilir. Yani adam yalnızlıktan korktuğu için, dışlanmamak için tek tipe giriyor diyebiliriz. Soru tam da bu işe: Zaten yalnız değilmiyiz, yaşam beynin ön tarafındaki zardaki mekanda zamanlanmıyor mu? Tersinden de gelelim; niçin çoğu insan sistemin içinde ve gördüklerini gerçeklik diye yorumlarken diğer çoğu -ki doğu kültürlerinden çıkmış  fikirlerle- yaşamın beyinde geçtiğini  yorumluyor?

Genel olarak sistem kendisini tekrar eden, hep aynı şeyleri yapan insanlar üretip kendi istediği kadar ilerletir. Tesla’nın (engellenmesi) hayatı gibi. Aynı zamanda bunu zorunlu kılıp yalnızlık ve yoklukla disiplini sağlar.

Testin sonucuna (şimdilik) baktığımızda doğru-yanlış ikilemine düşmemek gerek çünkü önemli olan denge.

Diğer bir açıdan sistem insanı amatör bir yaşama zorlarken, geçmişten gelen doğu kültürleri kaynaklı pek çok yapı hiçbiri tam olmasa da insanı profesyonel bir yaşama yönlendirir. Amatör yaşamın soruları daha çok “bende onlar gibi olabilecekmiyim?” tadındayken profesyonel yaşamda “ben neyim” ağırlıktadır. Amatör yaşam sonuçlarla uğraşırken profesyonel  yaşam süreci yaşar. Bu yaşam için çok önemlidir cünkü süreç birçok farklı yaşam, zaman, mekan oluştururken  sonuç ölümdür.

Vagus

Kafa çifti olarak adlandırılan ve beyinden direkt olarak çıkan 12 çift sinirden onuncusu Vagus siniridir. (cranial nerve)
Kalp ve gastrointestinal sistemin parasempatik siniridir.
Vagus midenin paritel hücrelerinin asit ve intrinsik faktör salgılamasını uyarır, midenin motilitesini düzenler.
Vagus siniri kesildiğinde midenin asitliği azalır. (peptik ülser iyileşir ve nüks etmez)

Vagus siniri bütün vücut içerisinde en uzun ve en kompleks sinirdir.
Beyinle diğer bütün önemli organlar arasında bağlantı kurar.
Bu sistem, kalp atışı, sindirim ve soluma gibi istem dışı vücut fonksiyonlarını kontrol eder.
Vagus siniri, parasempatik sinir sisteminin bir anahtar kısmıdır .
Ayrıca zihinsel sağlığın üzerinde de etkisi vardır.
Vagus sinirinin fonksiyonlarını en uygun şekilde kullanmak sağlığımızın daha iyiye gitmesini sağlar ve strese karşı savunmamızı güçlendirir.

Vagal tondaki artış parasempatik sinir sistemini harekete geçirir.
Yüksek bir vagal tona sahip olmak vücudun stres altında kaldıktan sonra kısa bir süre rahatlayabileceği anlamına gelir.

Vagal ton, pozitif duygular ve iyi bir fiziksel sağlık arasında pozitif geri bildirim döngüsü yapar.
Vagal tonunuzu arttırırsanız, fiziksel ve zihinsel sağlığınız gelişir ya da bunun tam zıddı olur.

Otonom sinir sistemi iki ana bölüme ayrılır: sempatik ve parasempatik sinir sistemi.
Sempatik sinir sistemi vücudu stresli ve riskli durumlarda algılanan tehlikelere karşı hazırlar.
Parasempatik sinir sistemi vücudu dinlenmeye ve gevşemeye hazırlar.
Daha sağlıklı bir vagus siniri daha alıcıdır. Sağlıklı bir vagus sinirine sahip olmak stresten daha kolay kurtulmanıza yardımcı olur.
Bunlara ek olarak gevşeme tepkisi incelenecek olursa, vagus siniri aynı zamanda iltihaplanmanın, hafıza depolamasının ve homeostazın azalmasını
da etkiler.
Ayrıca GABA, norepinefrin ve asetilkolin gibi birçok önemli nörotransmitter üretimini de aktive eder.

Bizim bütün sağlığımız ve vagus sinirinin fonksiyonları vagal tonla yakından ilişkilidir.
Vagus siniri olması gerektiği gibi çalışırsa, iyi bir fiziksel ve zihinsel sağlıkla ve strese karşı direnç göstermeyle alakalı çok yüksek vagal ton sahibi olunur.
Vagus siniri olması gerektiği gibi çalışmazsa düşük bir vagal tonu olur.
Çoğunlukla çabuk strese giren ve bir stres yaşadıktan sonra zor sakinleşen kişiler düşük vagal tona sahiptirler.

Vagus sinirinin birçok fonksiyonundan biri inflamasyon için bir anahtar görevi görmesi olduğundan, düşük vagal tona sahip olmak kronik inflamasyona
yol açabilir.
Birçok hastalığın oluşmasında önemli faktör olan düşük vagal ton, ADHD, endişe bozukluğu, depresyon, Alzheimer, kalp hastalığı, kanser ve diyabet
gibi hastalıklara sebep olabilir.
Düşük vagal tonla bağlantılı olan bazı semptomlar ve arızalar şunlardır:
Kabızlık.
Depresyon.
Diyabet.
Endişe bozukluğu.
Otoimmün bozukluklar.
Çift kutuplu rahatsızlık.
Yutma güçlüğü.
Yemek yerken boğulmaya eğilimli olma.
Gastroparezi de dahil bazı sindirim bozuklukları.
Ses kısıklığı.
Migren.
Obezite.
Eklem iltihabı.
Kan basıncında ani düşüşler.
Kalp hastalıkları, düşük kalp atışı dahil.
Alzheimer hastalığı.
Kronik yorgunluk sendromu.
Sara hastalığı.

Sağlıklı ve yüksek vagal tona sahip olup, onu sürdürebilmek için vagus sinirini uyaracak birçok farklı yöntem vardır.
Araştırmacılar vagus siniri uyarımı terimini tercih ederler. Gerçekte, vagus sinirini uyaran şey onu güçlendiren ve ayarlayan şeydir.
Aslında tonlara egzersiz yaptırılması ve kasların güçlendirilmesinden ibarettir.

Zihin-vücut bağlantısını kullanarak vagus sinirini uyarma
Şimdi vagus sinirini uyaran bazı egzersizleri ve zihin-vücut terapileri:

Şarkı söylemek: kendi başınıza veya başkalarıyla şarkı söylemek vagus sinirini uyarmaya yardım eder.
Başkalarıyla şarkı söylemek kalp atışınızı senkronize eder. Vagus sinirinin bundan sorumlu olduğuna inanılmaktadır.

Meditasyon yapmak: meditasyon yapmak otomatik olarak vagal tonu yükseltir.
ilahilerin de vagal tonu yükselttiğini, amigdalanın – beynin endişe merkezi – aktivitesini düşürdüğünü görülmüştür.

Yoga yapmak: Ilımlı, hafif egzersizler vagus sinirini uyarabilir.
yoganın sinir sisteminin parasempatik aktivitesini yükselttiğini ve bunun sonucunda da vagal tonu geliştirdiğini onaylamıştır.
Örneğin, bir çalışma, yoganın sadece vagal tonu yükseltmediğini, aynı zamanda GABA salınımını ve nörotransmitter rahatlamayı da yükselttiğini göstermiştir.

Akupunktur: Bu vagal tonu güçlendirir. Geleneksel akupunktur, özellikle kulak kepçesine yapılan akupunktur vagus sinirini uyarır.

Yüz yıkama, yüze kolonya sürme, saunada sıcaktan çıkıp soğuk havuza atlama gibi bazı hareketler de farkında olmadan yaptığımız bazı uyarmalardır.

Vagus sinirini uyaran diğer yöntemler
Sağlıklı ilişkiler kurmak ve sürdürmek vagus sinirini sağlıklı tutmanın bir diğer yoludur.
Aslında, bazıları yüksek vagal tona sahip kişilerin daha fedakar olduğunu ve her zaman daha iyi ilişkiler kurabildiğini söyler.

Bu kısmen vagal uyarımının oksitosin salınımına sebep olmasından dolayıdır.
Bu, birleşmeyi desteklediği için genellikle “bağlayıcı molekül” adı verilen bir hormondur.
Oksitosin insanın sadakat, empati, güven ve cesaret gibi özellikleriyle bağlantılı bir hormondur.
Birçok çalışma, vagal tonu hareketlendiren canlandırıcı sosyal ilişkiler, pozitif duygular ve fiziksel sağlık arasında olumlu bir geri bildirim olduğunu
göstermiştir.
Bu yüzden, bu siniri uyarmanın bir yolu sizin birlikte güleceğiniz ve iyi vakit geçireceğiniz bir arkadaşınızla birlikte olmaktır.
Kahkaha karşılıklı ilişkileri güçlendirir ve kalp atışı düzensizliğini arttırır. Bu vagus sinirinin sağlıklı olduğunun güvenilir bir göstergesidir.

Bazı bütünleyici şeylerin vagus sinirini uyardığını söylemeye değer. Bunun sebebi de onun fonksiyonunu geliştirmesidir.
Bunlardan bazıları zencefil kökü, probiyotikler (özellikle Laktobasil ramnoz), DHA gibi Omega-3 içeren gerekli yağ asitleri ve çinkodur.

Titreşim… (frekans, harmonik)

Maddeler atomlardan, atom proton, nötron ve elektrondan oluşur.
Proton ve nötronlar ise kuarklardan oluşur.
Kuarklar ve elektronlar sicimlerden (ipliklerden) oluşmaktadır.
Yapı taşı (sicim denen) iplikler, farklı madde oluşturmaları için farklı titreşim frekanslarında titreşmeleri gerekir.

Periyodik (yani eşit zaman aralıkları ile tekrarlanan) hareketlerde, hareketin birim zamandaki tekrar sayısına Frekans denir.
Hareketin bir kere tekrarı için geçen zamana ise periyod denir. Frekansın birimi, titreşim/saniyedir. (hertz, Hz)
Alternatif akım (elektrik) da hertz ile ölçeklenir. Mesela 50 hz frekanslı bir akım saniyede 50 kere yön değiştirir.

Titreşimi anlayabilmenin yollarından biri de sestir. Sesle ilgili olguları konuşurken aslında bir nevi titreşimi konuşmuş oluruz.
Şimdi biraz sesi inceleyelim;
Ses, atmosferde canlılar (?) tarafından algılanabilen periyodik basınç değişimleridir.
Fiziksel boyutta oluşan basit bir mekanik düzensizliktir. Bir maddedeki moleküllerin titreşmesi sonucunda oluşur.
Sesin yayılması için maddesel ortama ihtiyaç vardır, boşlukta ses yayılmaz. Ses dalgalar halinde yayılır.
Ses kaynağından çıkan ses maddenin taneciklerini titreştirir ve ses yayılır. Ancak ortam ana etkendir.

Ses bir enerji türüdür, titreşimle oluşur, titreşimi enerjiye dönüştürür.
Titreşim ve ses için frekans olması gerekir. Yaşamda bütün sistemlerin sahip olduğu bir tabii frekansı vardır.
Bu sisteme dışarıdan herhangi bir titreşim verilirse, verilen titreşimin frekansı tabii frekansa eşit olduğunda rezonans denen hadise meydana gelir. Titreşimin genliği artar.
Mesela asma köprülerin belirli bir tabii frekansı vardır. rüzgar etkisiyle köprü sallanmaya başlayınca, frekansı tabii frekansa erişirse, köprü yıkılabilir.

Ses için yazdıklarımızı titreşim içinde düşünürsek durağandan yola çıkıp zaman-mekan ve gözlemciye ulaşırız.
Etrafımızdaki herşey birbiri ile etkileşimdedir. Yanyana olan herşey birbiri ile akortlanır hatta tabiatta bile (ağustos böcekleri, kurbağalar)
Herhangi bir müzik aleti ile la sesi çıkartırsak yakınındaki tüm la frekanslı şeyler etkilenip tınlar. Fransızca’da vibration par sympathie…
Elbette koku, tat, görüntü, beş duyu ötesi de titreşimlerle, frekanslarla hayat bulur. Titreşimlerde mesafe yoktur her yere ulaşır.

Yapı taşı sicim (string, iplik) ve titreşimleri ilk duyduğumuz kişi Nikola Tesla, titreşimlerin sırrını kısmen de olsa çözmüştü.
Tesla’ya göre evren kocaman bir titreşimdi ve hepimiz bu titreşimin küçük birer yansımasıydık.

Yaşamın özü enerjidir.
Kütle, enerjinin yoğunlaşmış halidir.
Düşünce enerjidir.
Enerji sürekli titreşerek bir ardışıklık, devamlılık, (sequence) oluşturur.

Spiritüelizmde insan titreşim seviyesine (genel frekansı) bağlı olarak yeryüzünde (çökeltilmiş şekilde) kütle-beden olarak yaşar.
Titreşimimize, frekanslarımıza uygun şekilde titreşen enerjileri de (kendi titreşim) dünyamızda kütle olarak görebiliyoruz.
İnsan bedeninin doğal titreşim düzeyi saniyede ortalama 300 titreşimdir. Bu frekansın artması veya herhangi bir değişiklik başka frekansları rezonansa getirebilir.
Serbest halde duran bir tel etrafındaki titreşimlerden dolayı rezonansa geçer, kendi frekansında titreşir, bunun manası yaşamın içinde (insanların, nesnelerin ve olayların da) herşeyin beraber titreştiğidir. Burada bahsi geçen konularda yük (iyi-kötü, artı-eksi vs…) yön yoktur, daha basit düzeylerde oluşur.

“ön yargıları yıkmak, atomu parçalamaktan daha zordur” A.Einstein

Titreşimlerimizle uyumlu olan her şey, karşı koymaksızın bizim hayatımıza çekilecektir ancak daha basit yapılarda yük-yön oluşur.
Eğer frekansımız düşükse titreşimleri farklı tınılarda, yönlü olarak yaşarız. Bir opera sanatçısı enerjiyi boşluktan bardağa ileterek sesinin gücü ile bir bardağı çatlatabilir.
İnsan bir bardak gibi çatlamaz (?) ama oluşturduğu ya da yaşadığı frekansları düşük kalırsa rezonanslarını seçemez, yönlendiremez. Kalın (düşük frekans) bir teli rezonansa getirmek ince (yüksek frekans) telden çok daha kolaydır. Nasıl bir titreşim içinde olduğumuzun, bilerek veya bilmeyerek hangi rezonans alanını oluşturduğumuzun farkına varmak, bizim için önemlidir.
Titreşim başladığında oluşan frekansın harmonikleri ( kaynaktan çıkan temel frekansın katları, frekanstaki dalgalar) basit formdaki yaşam yorumlarını (iyi-kötü, artı-eksi vs…) belirler.
Harmoniklerin birçok etkisi vardır. Güncel hayatta sinüs dalgasını bozarlar, gerilimin sıfır olduğu değeri kaydırabilirler, nötr hattından aşırı akımlar geçirip yangın çıkarırlar, bilgisayarları bozarlar vs. Harmonikler elektrik mühendisliğinin uğraştığı temel sorunlardan biridir.

Özetle 0 noktasında kendimizi yeniden başlattığımızı kurgularsak; titreşim başladığı anda frekansımız etrafındaki rezonanslara göre şekillenirken bulunduğu frekansların harmonikleri, kişinin pozitif-negatif yüklenmesine yol açar. Burada henüz nasıl belirlediğimizin tam anlaşılamadığı şeçimler devreye girer. Dolayısıyla insani inanç sistemleri oluşmuştur.

Spritüel düşünceye göre Dünya işleriyle fazlaca ilgili olan insanlar düşük frekanstadır. Frekans yani titreşim düzeyi arttıkça kişilerin doğaüstü güçleri de artmaktadır. Şifa verme gücüne sahip olan kişilerin titreşim düzeyleri saniyede ortalama 500 titreşimdir. 800 titreşim seviyesine gelindiğindeyse medyumik güçler ortaya çıkar. 1000 titreşimin üzerinde telepati kanalı gayet akıcı şekilde açıktır. Saniyede 10 bin titreşim seviyesindeki insan astral seyahat yapabilir konumda oldukları düşünülür.

Materyalizm ile Metafiziğin ayrışması gibi gözüken bu noktada insani yaşam için söyleyebileceğimiz biçimler daha metafizik gibi tınlayabilir olsa da bilimin sınırları gittikçe açılmakta.

Başlangıç doğru nefes teknikleri (diyaframın içinde olduğu burundan alınıp ağızdan verilen) ile belirgin aralıklarla (bu da bir frekans) etiketlemeden, başarmaktan-stresten uzak tribünsüz çalışmalar.
Nefes çalışmaları konsantre içinde olacağı için kişinin doğal titreşimlerine dönmesini sağlar ve bir çeşit fabrika ayarlarına dönüş gibi düşünülebilinir. Eğer belirlenmiş aralıklarda (frekans) yapılırsa istenmeyen rezonanslara maruz kalmayı engelleyebiliriz. (seçmeme)
Meditasyon önemli yöntemlerden biri olsa da etiketli olmasından dolayı yüzey baskısı oluşur. Daha çok titreşimleri yükselttikten sonra olabilir.

Yaşamda bir adım geriden de bakılabilecek anlar yaratıp, frekansa uygun beslenme biçimi ile yaşama…

Her organın kendine özgü frekansı vardır. Bedenin titreşiminin dışında organlar da kendi aralarında farklı hızlarda titreşirler. Organlardaki harmonik artışı (özellikle 3. harmonik) frekans bozulması hastalık titreşimlerini rezonansa getirir. Frekanslarla (titreşimlerle) hastalıkları da iyileştirmenin mümkün olduğu konusunda Osmanlı’da ve o zamanın dünyasında çeşitli çalışmalar yapılmıştır.

Daha güçlü bir frekansın etkisine girdiğimizde kendi titreşim alanımızdan koparız ve kendimizi kötü giden herhangi (her türlü) bir ilişkinin içinde ya da istemediğimiz bir işi yaparken bulabiliriz. İlişkilerde önemli olan doğru frekansı bulabilmektir.

Herkesin kendisine en uygun titreşimi bulma, gelişme potansiyeli vardır ve içe (öze) dönmek diye ifade ettiğimiz budur. Kendimizi dinlediğimizde titreşimlerimizi fark ederiz ve titreşimler iç ses olarak bizim için neyin iyi ve doğru olacağını bize söyler.

Yaşayan canlılar aynı dünya içinde olsalar da kendi farklı dünyalarında yaşarlar yani kendi titreşimleri, frekansları ve frekans harmoniklerinin oluşturduğu…
Hangi titreşimde olursak olalım her an farklı rezonanslara açık olarak yaşarız ancak bu noktada daha öncede bahsi geçen “seçim”ler devreye girer. Aynı titreşime maruz kalan kişiler farklı seçimler yapabilir, farklı harmoniklere bakıp yorum yapabilirler.
En kötü harmonik titreşimlerden örnek verirsek; “kortuğum başıma geldi”, “hep aynı şey”, “kırk kere söylersen olur”, “hiç şansım yok”, “…. benim böyle olmamı istiyor”, ” aklıma gelen başıma geldi”, “biliyordum zaten”

Kuantum alanda süreklilik yoktur, insan onu oluşturur. Einstein “Sır bizim o görüntüyü görmemiz değil, görüntüdeki bizin bizi görmesidir” diye açıklar.

nörofeedback

korku vs…

KATMAN1
Tüm çıkış noktaları korku mekanizmaları; ne olduğunu-olacağını bilememek dolayısıyla vücudun istem dışı reaksiyonu, adrenalin-kortizol artışı, kan basıncı artışı, kılların dikilmesi, nabız hızlanması, kan şekerinde yükselme, terleme, titreme vs…
Öte yandan kork kökünden gelen bu kelimeyi ancak yanındaki garnitürü ile anlamlandırabiliriz. Düşme, kaybetme, elde edememe, kaçırma korkuları…
Aslında korku bir yaşam mücadelesidir desek pek de yanlış olmaz. Karşı karşıya kaldığımız an içinde olasılık hesapları ile tahmin yürütüp yorum ve yargı biçimi…
Korku katman katmandır. Karşı karşıya kalabileceğimiz haller için de korkabiliriz. Kısaca korku ana yemektir ve biz onu çeşitlendiririz. Buda korkunun hep varolduğudur…
O zaman başlangıç korku diyebilirmiyiz?

Korkuya karşı güven kavramını oluşturmuşuz. Güveni güç, cesaret, yılmazlık gibi hislerle besleriz.

Beyinde korku merkezinin amigdala olduğu düşünülmektedir. Yapılan tetkiklerde sağ amigdalaya yapılan elektriksel uyarılar, negatif duygular ortaya çıkardı; özellikle korku ve mutsuzluk.
Sol yarım küre uyarılması, olumlu(mutluluk) ya da olumsuz-istenmeyen (korku, endişe, mutsuzluk) duygular açığa çıkarmıştır. Burda birkaç faktör var. Yapılan tetkiklerde 1sn ( algı için çok uzun) süren ve 50 hz lik frekans uygulandı ve bu ciddi bir baskı demek. Belki daha kısa süren ve daha düşük bir frakans farklı netice verebilir. Halen araştırmalar devam ediyor. Ancak gözden kaçmaması gereken nokta beyindeki belli noktalara uygun elektrik sinyali yolladığımızda fiziki yani 5 duyu ile gerçek kabul ettiğimiz dünyada hiçbirşey yokken o noktaya ait hissi yaşamaya başlamamız…

Buradan herşeyin başına tekrar dönüp ” gerçek nedir ” i bilmediğimiz için korku ve korkular başlar diyebilirmiyiz. Tüm bunlar, yaşadıklarımız insan aczini halının altına süpürmek için kendimize yaşattığımız yorumlar, yargılar olabilir mi?

Katman 1’de iken korku ve korkunun çeşitlendirilmesi içinde boğulup dururuz. Monotonluk enerjisi, istikrar vs bizi sakinleştirse de altta sürekli devam eden bir hazırlıklı olma dürtüsü vardır.
Vücudun korkuya verdiği tepki savunma mekanizmalarının çalıştırılmasıdır. Aslında işi bozan ” zannetme” dir…

renk frekans nota ilişkisi

renknotas-yatayrenk frekans nota ilişkisi