Archive for the ‘Genel’ Category

İNSANIN ELEMENTLERİ 2

Genel bir bakış

Yaşamın her atomu (parçası) o kadar önemli ki…..

Evet atom…çünkü

Zaman için ne söylersek söyleyelim (zamanın) kabuğuna bile yaklaşamayız. Bunun manası herhangi bir anda “şöyle bir muhakeme, değerlendirme, analiz yapayım” derken bile zaman durmaz, akan zamanın sularında , sadece “zan”larımızla debeleniriz.

Bu bakış açısı niçin sürekli tersten baktığımıza bir cevap olabilir.

O zaman düzünü anlatalım;

Görürüz
İşitiriz
Koklarız
Tadarız
Dokunuruz

Bunlar zamanın üzerinde ilerlerken aldığımız veriler. Hemen eklemek lazım; tüm bu veriler eksik- aldığımız bütün veriler eksik… Üstelik uzunca yazmak gerek: daha önceden eksik verileri ile zamanda yol almış ve almaya devam eden beyinlerin işletim sistemlerini bize yüklemeleri ile oluşan büyük bir eksiklik… Neşet Ertaş’ın anlatımı ile ” Ah yalan Dünya”

Tüm bunlar negatif bir durum mu oluşturur?

Tam tersi…

İşte tam da bu noktada birilerinin tam olarak bilmeden anlamadan söyledikleri “Farkındalık” hatta bilinç devreye giriyor.

İçe yolculuk, kendini bilmek- bulmak, özüne dönmek…

Dış dünya öyle bir sistem oluşturmuştur ki size her şeyi verir hatta kendi alternatifini dahi…  Bu sistemden çıkmak neredeyse imkansız. Ancak içten dışa bir yolculuğu tartışabiliriz ki bu da pirinci ayıklayarak olabilir. Nelerin klişe, nelerin zorlama, nelerin gerekli, nelerin genetik vs. olduğu bulmak, deyim yerindeyse muzun kabuğunu soymak gerek.

Kendi sistemini zorla uygulatan “Batı” için zaman batıya gittikçe hızlanır, oysa doğuda zaman yavaştır… Kendi hayatından (tamamen kendi açısından) memnun olan biri için doğru nedir?    Bizim gibi olmayanları eleştirme ve hatta kabul etmeme sebebimizin temelinde kendimizi onaylatmak çabası yatar. Birbirlerini onaylamış (eksik verilerle) insanlarla oluşan toplumlar, kültürler, ülkeler…

Hemen yazalım; gördüklerimiz enerjinin bir formu, işittiklerimiz havanın titreşimleri, kokular kimyasal, tadlar kimyasal, dokunmak elektromanyetik etkileşim ve tüm bu alanlarda kendimizi hiç geliştirmedik hep sınırlı ve eksik kaldık. Oysa teknolojiden önce kendi sınırlarımızı ilerletebilirdik…

 

physics formulas

morse code, phonetic alphabet

Kendine iyi bak…

“Kendine iyi bak” her nekadar tuhaf bir cümle ve anlatım olsa da kişiye; önem verildiğini, ihtiyaç duyulduğunu zannettirip, son güncellemesini koruması için söylenir. Daha önemlisi ise kişinin varolduğunu o kişiye hatırlatmasıdır. Buradan girdiğimizde birçok varolma hali ortaya çıkar.Hatta sıraya bile sokabiliriz;

1.derece: sadece bakma, etrafta olan biteni umarsızca görme
Görme işlemi (1. derecede) beyine ulaşmaz. Yaşanmışlıklar göz sinirlerinde kopukluk kısa devre vs. yaptığından görüntünün elektrik sinyalleri gözün arkasında birikerek göz bozulmasına yol açar. (şaka tabi ki ama olası) Yaşamla ölüm arasında sadece anatomik iflasın işleme zamanı kalmıştır. Genellikle yatağa düşmüş, yoğun bakıma girmiş insanların durumu olsa da bazen yaşanmışlıklar sonucu insan zamansızca bu duruma girebiliyor. Yaşama devam etmek adına yapılabilecek tek şey çok güçlü bir şok veya çok güçlü bir sevgi.

2.derece: etrafında gelişen hayata bakma ve refleks cevaplar verip şaşırma
Bu derece vazgeçme sınırıdır. İnsan yaşamaktan vazgeçmiştir ama ölümle ilgili bir bilgisinin olmaması sonucu ölüm korkusu zorlamaktadır. Öğretilmiş sistem ve sadece beş duyu ile yaşanılan bir hayat eğer bunların oluşturduğu hayallerle buluşamaz ise ortaya vazgeçme ve duyarsızlık çıkar. Duyarsızlık insanın kendine duyarsızlığından başlayarak her tarafa yayılır. Kurtulmanın yolu hayallerden vazgeçme olsa da bu, ölüm sürecini başlatır. Bu derecede ayrıca yoğun negatifliklerin oluşturduğu tepki eşiği düşüklüğü de ortaya çıkabilir.

3.derece: bakma, görme ve hafıza kayıtları
Bu katman biraz tuhaf, biraz donukluk içerir. Yaşanılan anlarda bakma işlemi gerçekleşir ve hafızadaki kayıtlar üzerinden eşleştirme yapılır. Ancak tepkisizlik vardır, çünkü karar verme zorlaşır. Zamanın yönünü tartışabileceğimiz bir katmandır. Geçmişe bakıp geleceğe yol alırken geçmişte yol almak gibi bir durum ortaya çıkar. Bu katman korkuların, kaygıların katmanıdır.

4.derece: görme ve can çekişme
Dört ve beşinci katmanlar birbirlerine yakın olsalar da yönleri farklıdır. Dördüncü katman gerçekten görmenin başladığı ancak üçüncü derecenin izleri dolayısıyla karar alınamadığı bir süreç içerir. Can çekişme başlar, pişmanlık, keşkeler…. değersizlik duygularına kadar gider.

5.derece: görme ve zannetme
Eğer dördüncü dereceyi sağlıklı aşamazsak negatife yol alırız. Bu kimin için kötü bu tartışılabilecek bir durumdur. Görme durumu yerine oturdukça öyle sanma, zannetme eminliği baş gösterir. Bu kibire kapılan kişi etrafında bir girdap oluşturup hayatı şekillendirmeye başlar. Kişi açısından buraya kadar bir sorun yok gibi gözükse de benzer bir yapı (kişi) ile karşılaşıldığında ciddi problemler başlar. Zannetme insan için en tehlikeli durumlardan biridir, dikkat gerekir.

6.derece: sınır
Kişi bu seviyeye gelebilecek mi? Bu seviye bize bundan önceki seviyelerin sağlıklı geçişleri ile gelebilir. Boyutların algılanması, hayatı bir
kenarından tutmak, zannetmek ile boşluğun farkına varmak buralarda başlar. Anahtar sevgidir. Aynı zamanda algıların açılarak farkındalığın başladığı en alt basamaktır.

7.derece: yaşama
Bu alan insanın bütünselliği kavraması ile ilgilidir. Normalde göz karşısındakinin hepsini görmez ve kalanı beyin tamamlar. Beynin tamamlaması da bize öğretilmişlerle olur, yani göremediğimiz şeyleri bilmediğimiz şeylerle tamamlayamayız. Ancak bu dereceye gelmişsek hislerimiz de kuvvetlenmiştir, beş duyu organının verilerini bütünsel bir bakışla birleştirme ve zamanı kendimize göre genişleterek birleşme başlamıştır. En güvenli ama en tehlikeli bölgedir. Çünkü iyi ve kötü bu alanda birleşir. Eğer yaşam ahlakına ulaşamamışsak başkaları için tehlike oluştururuz.

8.derece: görme ve kontrollü kontrol
Ilıman bölge, matrix farkındalığı derecesi. Burayı şöyle düşünelim; yüksek ve geniş bir dağ, kişi bu dağın zirvesine yeni çıkmış, en tepedeki kayanın üstünde tek ayak duruyor. Bu derece yaşanılacak şeyler ise; muhteşemlik, azamet, ululuk, zannetmek, sonsuzluk, aşk….
Tüm bunlar aşırı baş dönmesine yol açar, acemi birisi için baygınlık verir. Eğer buraya tam sağlıklı gelemediysek aşağı düşmek bir andan bile kısa olabilir. Hatta gelgitler bile olabilir, çünkü bağımlılık etkisi vardır.

9.derece:başka hayatların var olduğunu görüp şaşırma
İnsan tecrübe etmeden değer bilmez, başına gelmeden anlamaz demek yeterli bu bölgede. Bu ona farklı insanların farklı düşünerek farklı yaşamlar, hayatla ilgili farklı biçimler olabileceğini gösterir, karşılığı şaşkınlıktır.

10.derece: sadece kendi gördüğünü bakma
Küçük yaştan başlayarak insanlara böyle bir eğitim verilir. Bu eğitim beş duyu organının radarına girenleri var kabul edip onların üstüne hayat inşa etmektir. Bu biçimde hep “en”ler vardır. En başarılı, en zengin, en akıllı vs…Finalde bir çiftlik ve doğa hayali oluşur. Çünkü böyle bir hayat doğal bir hayat ( hatta hayat) olmadığı için insan kendi doğasını özler. Aynı zamanda kibir ve egonun ön planda olduğu bu durum zaten beş duyu organının beşinin de kusurlu oluşundan dolayı yanlış temellenir ve sadece “zan”lardan oluşan saplantılı bir hayat ortaya çıkar. Enteresan olan başkası müdahale etmedikçe veya müdahil olmadığı sürece atomik düzeydeki dengeden dolayı inanılan herşey gerçekleşir ki bu kişiyi daha da saplantılı, kibirli yapar.

Dereceler arasında atlamalar, geri dönüşler olabilir. Burada sıralı bir yapı olmaz. Altıncı derece sınırdır ve yedinci derece dikkat ister.

Sanatta ifade özgürlüğü

Genel olarak sanat, “bir duygunun, bir tasarının, bir güzelliğin ortaya konulmasında kullanılan yöntemin tümü ve yaratıcılık” olarak tanımlanmakta. Burada dikkat çeken unsurlar, yaratıcılık, güzellik ve paylaşımdır. Sanatın işlevleri daha net ortaya konulabilirken, sanatın ne olduğu konusunda objektif bir tanım üzerinde  fikir birliği olamamıştır. Bu nedenle sanata ilişkin bir tanım vermektense onun anlamından yola çıkarak  sanatın ne olduğunun ortaya konulması daha yararlı gibi gözükmektedir. Sanat, sadece estetik sonuçlara yönelik güzel sanatlar  ile, dil, konuşma ve mantık yoluyla ifade yeteneğini kapsayan özgür sanatlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Aynı zamanda sanatın  toplumsal ve bireysel olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Böylece sanatın bireysel işlevi aynı zamanda toplumsal işlevine de hizmet etmektedir. İşte bu noktada paylaşma unsuru beğenilmenin, onaylanmanın ötesine geçerek genişlik kazanmaya başlar ki burada paylaşmanın genişlemesinden çok sanatı paylaşanlarda oluşan genişlemeden bahsediyorum.

Sanatın doğasında kişi ben sanat yapacağım, sanatçıyım diye yola çıkmaz. Bu bir algılama, yorumlama biçimini yaratıcılıkla varetme-varolma çabasıdır. Paylaşma ile birlikte sanat başlar ki tam bu noktadan baktığımızda hayattır, gerçektir. Sanatta ifade özgürlüğünü konuşurken genellikle sanat kavramı ile ilişkilendirilen güzellik, duyularımız arasındaki biçim bağlantılarının birliğidir. İnsan, duyularının önüne koyulan şeylerin biçimine, yüzeyine ve kütlesine göre davranır. Dolayısıyla bu biçim, yüzey ve kütle çağına uygun, kabul gören ölçülere göre düzenlenmişse insanın hoşuna gider. Bu da güzellik duygusudur ve aslında eski Yunan’dan doğan bir ideal felsefenin ürünüdür. Söz konusu felsefe, Apollon veya Afrodit gibi mükemmel biçimli, mükemmel ölçülü ve doğanın en yüksek noktası olan ideal insanın yüceltilmesi fikrine dayanmaktadır. Bu nedenle eski Yunan’dan itibaren insanlar sanatta bir geometrik kanun bulmaya çalışmışlar ; çünkü sanat güzellik, güzellik ahenk, ahenk de orantıların gözetilmesinden doğduğundan, bu orantıların değişmezliğini kabul etmek akla yatkın olmaktadır. Sanat kavramı hakkındaki anlaşmazlıkların çoğu, sanat ve güzellik kelimelerinin kullanılışındaki özensizlikten ve birbirleriyle ilişkilendirilme biçimlerinden kaynaklanmaktadır.

Sanat insanın kendi doğasını açığa çıkarttığı öznel bir alan olmanın yanı sıra, toplumsal olarak da anlamı olan bir olgudur. Bu nedenle devletler Anayasalarında sanatta ifade özgürlüğünden söz ederlerken, sanatı ve sanatçıyı başka bir takım hak ve özgürlüklere getirdikleri sınırlamalarla ve özellikle de devletin resmi ideolojisi ile sınırlamaya çalışırlar. Oysa, sanatta ifade özgürlüğünün kapsamı ve niteliği, devletin resmi ideolojisi ile değil, sanatın amacı, anlamı ve işlevi ile belirlenmelidir. Ayrıca sanat özgürlüğü devletlerin  kendilerini geliştirmesine ve diğer devletlerle olan ilişkilerine ne denli katkı sağlayabileceği de düşünülmelidir. Sanatta ifade özgürlüğü, insanların kendilerini ifade etmelerini sağlayan bir araç olarak hem sıkı sıkıya insanın kişiliğine bağlı bir hak, hem de kültürü oluşturan, insanı toplumsallaştıran bir olgu olarak kurumsal garanti öngören bir özgürlüktür.

Sanatta ifade özgürlüğünün anlaşılabilmesi için öncelikle sanatın neyi ifade ettiğinin ve sanatın gerek toplumsal, gerekse bireysel olarak nasıl bir işleve sahip olduğunun ortaya konulması gerekmektedir.

Tedavi

Bugün tıbbın geldiği noktaya baktığımızda araştırmaların, deneylerin, denemelerin halen devam ettiğini tedavinin genellikle iyileştirmeden çok hasta bölgeyi kesip yok etme, gelişen virüslerle savaşma vb gibi neticelerle sonuçlandığını görüyoruz. Belki de tıbbın kendisi alternatiftir?

Peki ya tedavi insanın kendisindeyse?

Bedenimizin herhangi bir yara yada hasar aldığında kendi kendini iyileştirdiğini bir çok defa yaşadık. Burdan kolaylıkla anlaşılacağı gibi gerçek tedavi bilge bedenimizdedir. Ancak araya ölüm, yok olma, sakat kalma gibi korkular girdiğinde  farklı yollar aranır. Böylece yol ikiye ayrılır ve kendimize, bedenimize, aklımıza olan inancımız zayıfladığından önce tıbba ve hatta alternatif tıbba yöneliriz. Bu ikinci ve hala deneme aşamasında olan, endüstriyel, çıkarcı yol artık diyet programları gibi genellemeler üzerinden yürümektedir. Oysa her insan, her beden, her kafa farklı yapıda, farklı psikolojilere sahiptir. Tedavi görünen bedende değil görünmeyen akılda başlar. Bazen tıbçılardan duyarız ; “beden tedaviyi reddetti” derler…

Çok eskiden de eski bir yöntem birinci yol olabilirmi acaba?

Mantığı vücudumuz mitoz bölünme sırasında 7 mhz FM frekansında rezonans üretmektedir. Bu rezonans bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Genel olarak baktığımızda vücudun üretmiş olduğu belli bir frekans zaten mevcut olup, vücudun ürettiği rezonansa çok daha yüksek bir rezonans ile yaklaşınca beden bu yüksek rezonansa adapte olamaya çalışırken vücudun kendi kendine iyeleştirme yetisi devreye girer.Yani kişi kendi kendini iyileştirmeye başlar. Her ne olursa kişinin kendi bedeni nasıl olması gerektiğini bilir ve düzelmeler bu doğrultuda gerçekleşir.

Kendiniz ya da başkaları üzerinde çok hafif bir dokunuşla ve ellerin beden üzerinde gezdirilmesi ile bedenin kendini iyileştirmesi önemli ölçüde hızlandırır. Hatta dokunmaya bile ihtiyaç yoktur. Bedenin aklı şifa’yi nereye koyması gerektiğini çok iyi bildiğine göre, hiçbir zaman doğru şeyi yapıp yapmadığımızı düşünmemeliyiz.
Yapısal düzenlemenin yanısıra ağrı ve şişlikler de hızla azalmakta, organlar, sistemler ve salgı bezleri dengelenmektedir. Bunun nedeni şifalandırma yeteneğinin insanın doğasında olmasıdır.

Bilinç ile maddenin kesiştiği bir noktaya ki bu atomaltı seviyededir sevgi ve niyetimizle ulaşılabiliriz. İçsel sevgiyi kontrol altına alarak bedenimizin kendi şifa sürecini dinamik ve olumlu olarak başlatabiliriz. İçsel sevgi insanın önce kendini sevmesiyle başlar.
DNA’larımızdan, kemiklerimize, duygularımızdan, ruhsal ve zihinsel alanlarımıza kadar tüm sistem ve hücreler hiçbir çaba göstermeden titreşime cevap verirler. Ancak bu güçlü bir akıl ve inanç gerektirir, zayıflık kendimize, bedenimize olan inancımızı yok eder, içe bakış yerine dıştan yardım ararız. Güç farkındalık, algı, empati ve görmekle alakalıdır. Yaşadığımız sistem gücün insanlardan alınıp tek bir noktada toplanmasına yol açtığı için insanlarda sürekli bir özgüven eksikliği oluşmuş, oluşur, oluşacaktır. Sonuç itibari ile içe doğru bakışı sağlamak oldukça zorlaşmıştır. Çünkü inandığımız şeyler gerçekler değil yaratılmış kültürlerdir.

2014 in review

WordPress.com istatistik yardımcı maymunları bu blog için bir 2014 yıllık raporu hazırladılar.

İşte bir alıntı:

Bir San Francisco teleferiği 60 kişi kapasitelidir. Bu blog, 2014 içinde yaklaşık 2.700 kez görüntülendi. Eğer bu bir teleferik olsaydı, bu kadar çok kişiyi taşımak için yaklaşık 45 tur atacaktı.

Raporun tamamını görmek için buraya tıklayın.

2013 in review

WordPress.com istatistik yardımcı maymunları bu blog için bir 2013 yıllık raporu hazırladılar.

İşte bir alıntı:

Bir San Francisco teleferiği 60 kişi kapasitelidir. Bu blog, 2013 içinde yaklaşık 3.100 kez görüntülendi. Eğer bu bir teleferik olsaydı, bu kadar çok kişiyi taşımak için yaklaşık 52 tur atacaktı.

Raporun tamamını görmek için buraya tıklayın.

2015 in review

WordPress.com istatistik yardımcı maymunları bu blog için bir 2015 yıllık raporu hazırladılar.

İşte bir alıntı:

Bir New York metrosu 1.200 kişi kapasitelidir. Bu blog, 2015 içinde yaklaşık 4.000 kez görüntülendi. Eğer bu bir NYC metro treni olsaydı, bu kadar çok insanı taşımak için yaklaşık 3 tur atacaktı.

Raporun tamamını görmek için buraya tıklayın.