Bugün tıbbın geldiği noktaya baktığımızda araştırmaların, deneylerin, denemelerin halen devam ettiğini tedavinin genellikle iyileştirmeden çok hasta bölgeyi kesip yok etme, gelişen virüslerle savaşma vb gibi neticelerle sonuçlandığını görüyoruz. Belki de tıbbın kendisi alternatiftir?
Peki ya tedavi insanın kendisindeyse?
Bedenimizin herhangi bir yara yada hasar aldığında kendi kendini iyileştirdiğini bir çok defa yaşadık. Burdan kolaylıkla anlaşılacağı gibi gerçek tedavi bilge bedenimizdedir. Ancak araya ölüm, yok olma, sakat kalma gibi korkular girdiğinde farklı yollar aranır. Böylece yol ikiye ayrılır ve kendimize, bedenimize, aklımıza olan inancımız zayıfladığından önce tıbba ve hatta alternatif tıbba yöneliriz. Bu ikinci ve hala deneme aşamasında olan, endüstriyel, çıkarcı yol artık diyet programları gibi genellemeler üzerinden yürümektedir. Oysa her insan, her beden, her kafa farklı yapıda, farklı psikolojilere sahiptir. Tedavi görünen bedende değil görünmeyen akılda başlar. Bazen tıbçılardan duyarız ; “beden tedaviyi reddetti” derler…
Çok eskiden de eski bir yöntem birinci yol olabilirmi acaba?
Mantığı vücudumuz mitoz bölünme sırasında 7 mhz FM frekansında rezonans üretmektedir. Bu rezonans bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Genel olarak baktığımızda vücudun üretmiş olduğu belli bir frekans zaten mevcut olup, vücudun ürettiği rezonansa çok daha yüksek bir rezonans ile yaklaşınca beden bu yüksek rezonansa adapte olamaya çalışırken vücudun kendi kendine iyeleştirme yetisi devreye girer.Yani kişi kendi kendini iyileştirmeye başlar. Her ne olursa kişinin kendi bedeni nasıl olması gerektiğini bilir ve düzelmeler bu doğrultuda gerçekleşir.
Kendiniz ya da başkaları üzerinde çok hafif bir dokunuşla ve ellerin beden üzerinde gezdirilmesi ile bedenin kendini iyileştirmesi önemli ölçüde hızlandırır. Hatta dokunmaya bile ihtiyaç yoktur. Bedenin aklı şifa’yi nereye koyması gerektiğini çok iyi bildiğine göre, hiçbir zaman doğru şeyi yapıp yapmadığımızı düşünmemeliyiz.
Yapısal düzenlemenin yanısıra ağrı ve şişlikler de hızla azalmakta, organlar, sistemler ve salgı bezleri dengelenmektedir. Bunun nedeni şifalandırma yeteneğinin insanın doğasında olmasıdır.
Bilinç ile maddenin kesiştiği bir noktaya ki bu atomaltı seviyededir sevgi ve niyetimizle ulaşılabiliriz. İçsel sevgiyi kontrol altına alarak bedenimizin kendi şifa sürecini dinamik ve olumlu olarak başlatabiliriz. İçsel sevgi insanın önce kendini sevmesiyle başlar.
DNA’larımızdan, kemiklerimize, duygularımızdan, ruhsal ve zihinsel alanlarımıza kadar tüm sistem ve hücreler hiçbir çaba göstermeden titreşime cevap verirler. Ancak bu güçlü bir akıl ve inanç gerektirir, zayıflık kendimize, bedenimize olan inancımızı yok eder, içe bakış yerine dıştan yardım ararız. Güç farkındalık, algı, empati ve görmekle alakalıdır. Yaşadığımız sistem gücün insanlardan alınıp tek bir noktada toplanmasına yol açtığı için insanlarda sürekli bir özgüven eksikliği oluşmuş, oluşur, oluşacaktır. Sonuç itibari ile içe doğru bakışı sağlamak oldukça zorlaşmıştır. Çünkü inandığımız şeyler gerçekler değil yaratılmış kültürlerdir.