Her yeni tanışmada sunulan şeyler azalır, çünkü tanıştıkların onları senden alır.
Tamamını almaları zaman alsa da yavaş yavaş eritirler. Onların sadece insan olması gerekmez. İlişki kurduğun, algıladığın, gördüğün herşey….
İlklerin heyecanını anlatmak, önemini karalamak değil buradaki amaç; hayatı daha boyutlandırmak…
İlk hislerin güçlü olma sebebi zaman algımız ve böylece tüketici olmamızda yatar. İlk aşk, yemeğin ilk lokması, yaptığımız ilk iş vs… Bütün bunları tüketiriz ama tersten bakınca bunlar bizi tüketiyor gibi gözükmüyor mu?
Tüm ilişkilerde başta zaman olmak üzere çok şey paylaşılır ve paylaşılan şeylerin gücü, değeri, etkisi gitgide azalır, buna bir nevi yıpranma da ve hatta ders çıkarma da diyebiliriz. Bazen çok hızlı bazen de yıllar içinde olabilir.
Birisi ile yeni tanışıyorsunuz, konuşmaya oryantasyonla başlarız. Kimiz, hayatın neresinde duruyoruz, yönümüz ne, ben’i oluşturan faktörler neler, beğeniler-sınırlar…Anlatırız, paylaşırız karşılıklı. Aslında üzerinde konuşmadan antlaşma yapılmış bir paylaşımdır. Kendini ortaya dökme.
Kişiye (korkularımıza) göre değişecek ölçeklerde yapılır. Diğer yönden gizli bir talep vardır tanışmada, karşılıklı sınırları belirleme vardır ve ilişki bu sınırlar üzerinden yürür. Zaman içinde yine (farketmesek de korkularımıza bağlı) toleranslar geliştiririz. Empati yaptığımızı sansak bile en azından kendimizi o’nun yerine koyarız. İlişki (hangi çeşit olursa olsun) öyle veya böyle gelişmeye başlar, ilerler.
İlişkide yaşanan herşey bir sonrakine tüketilmiş olarak yansır, biz buna hala ders çıkarma deriz. Bazen farkına varıp tüketti beni dediğimiz de olur. Her zaman bir öncekinden gelen davranış biçimi bir yandan da bizim hayatı sürekli ve geri ile ileri arasında zannetmemizdendir. Peki gerçek ne? sorusunu bir kenara bırakıp “ileri” ye bakalım.
Basitten karmaşaya: tanıştığın kişi ile hiç gitmediğin bir yere gittin çay içtin. Çok basit ama diğer yandan fiillere bakınca karışıklaşmaya başlıyor. Yeni biri ile tanışmak, hiç gitmediğin yere gitmek, bu fiillerle birlikte çay içmek. Her üç eylem birlikte ve tek tek artık erimeye başlamıştır. Benzeri bir vakada yaşanacak her an bu erimenin üstüne kurulur. Bu da karşılıklı olarak sunulan şeyleri azaltır.
Şimdi bu durumu tüm hizmet sektörlerinde düşünelim. Sağlık ve turizm hatta sanat en göze batacak sektörler…
Biraz daha geniş bakalım; ilk defa yiyeceğimiz bir yiyecek onun ilkliğini erittiği gibi genel yemek yeme zevkimizi de yavaşça eritir. Günümüzün üç öğün yemek yeme yanılgısına sahip insanı için bir zaman sonra yemek zevk olmaktan çıkıp mecburiyete dönüşür. Fazla detaylandırmadan yazmak gerekirse bu örneği aşk ,sevgi, seks, başarı, çalışma hayatı, hobiler ve neredeyse herşey için verebiliriz.
Bir takım araştırmalar bize göstermiştir ki beynimiz bizi aldatır; tabi bu cümle fazla duygusal, şöyle diyebiliriz: beyin hayatta kalabilmek adına bir takım faaliyetlerde bulunur. Mesela eksikleri tamamlar, sürekliliği yaratır yani zamanı…Hepimiz bazı yürüyen ışıklı dükkan reklamlarını görmüşüzdür değil mi? Ama ışık yürümez beyin yürütür. Birbiri arkasına yanan led lambalarını beyin yürüme olarak bize iletir. Yani aslında tek fotoğraf karelerinden oluşan ‘an’ ları arka arkaya bağlayan beynimizle hayat albümümüze bakarız. Beynin bizi süreklilik algısına sokması tüketmeyi de sağlar. Hayatı fotoğraf kareleri olarak algılayabilirsek her an kıymetli, heyecanlı ve ilkmiş gibi yaşanabilir. Bu durumda her tanışmada sunulan şeyler azalmaz, sadece masanın üstünde kalır…